Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin 26 Aralık 2023 MHP Grup Toplantısı’nda yapmış oldukları konuşma şu şekildedir:
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
2024 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifinin Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmesinden dolayı grup toplantılarımıza ara vermiştik.
Bugün sizlerle 2023 yılının son grup toplantısı münasebetiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Bu vesileyle gündemdeki konu başlıklarıyla ilgili değerlendirmelerime geçmeden evvel hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda varoluş mücadelesi veren tüm kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, şükranlarımı sunuyorum.
Dün itibariyle 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi üzerindeki görüşmeler tamamlanmış ve yapılan oylamaların hitamında bu teklifler kabul edilerek kanunlaşmıştır. Devletimize ve milletimize hayırlı olsun diyorum.
Bütçenin ekonomik ve mali özellikleri kadar siyasi ve hukuki yönleri de vardır.
Devletin belli bir dönemde yapacağı harcamaları, toplayacağı gelirleri, hedeflenen sosyal ve ekonomik politikaların muhtevasını gösteren bütçenin bir bütün halinde değerlendirilmesi lazımdır ve geride kalan çalışma takvimi içinde bu yapılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçenin onay ve denetimiyle; hukuki demokratik ve milli egemenliğe dayalı haklarını doğrudan doğruya kullanmaktadır.
Bütçe özü ve esası itibariyle bir kaynak tahsis meselesidir, bu da doğal olarak siyasal bir tercihe dayanmaktadır.
2024 yılı bütçesi milletimizin sosyal ve ekonomik beklentilerini karşılama hususunda ümit verirken, Türkiye’nin yüksek hedeflerini de sahiplenmiş ve aynen ihtiva etmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak memnuniyetle ve gönül huzuruyla 2024 yılı bütçesine evet oyu verdik ve arkasında durduk.
Bu kapsamda 11 Aralık 2023 tarihinden itibaren biteviye devam eden Genel Kurul çalışmalarında göstermiş olduğunuz ilkeli ve insicamlı tutumunuzdan, partimizin ve Cumhur İttifakı’nın duruşuna münasip ve müzahir siyasi tavrınızdan dolayı alayınızı kutluyorum.
14 gün boyunca ahlaki ve milli temele dayalı görüş paylaşan,
Ülkemizin ve milletimizin özlemlerine bihakkın tercüman olan,
Sorumlu, samimi ve sağduyulu üslubuna milli hassasiyetlerle derinlik katan,
Siyasi ve ekonomik müzakerelere zenginlik kazandıran,
Yalandan, riyadan, çarpıtmadan, iftiradan, asılsız ve akıl yoksunu iddialardan mutlak surette kaçınan,
Demokratik nezaketini muhafaza ederek destekleyici, yapıcı, katkı sağlayıcı müdahale ve mücadelesini ya kürsüden ya da oturduğu yerden ispat ve ibrasını yapan,
Bütçe görüşmelerini intikam ve ihanet seansı veya kısa metrajlı hezeyan gösterisi haline getirmekten titizlikle sakınan,
Kavga, kargaşa ve kriz çıkarmak için fırsat kollayan çarpık ve çürük siyaset temsilcilerine prim vermeyen,
Türk ve Türkiye Yüzyılının ilk bütçesinin; hazırlık safhasından kabul aşamasına varıncaya kadar fevkalade duyarlılık gösteren,
Bu kapsamda emek ve mesai harcayan Sayın Cumhurbaşkanımız ve Kabinesi başta olmak üzere,
Her milletvekilimize, her bürokratımıza, Gazi Meclisi’mizin her düzeydeki personeline siz değerli arkadaşlarımla birlikte tebrik ve teşekkürlerimi bahusus iletiyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Kurtuluş Savaşı dünya tarihinde enflasyonun dizginlenerek başarıldığı belki de tek savaştır.
En buhranlı günlerde karaborsacılarla dişe diş mücadele edilmiş, fırsatçılara, stokçulara, vurgunculara göz açtırılmamıştı.
Dikkatinizi çekiyorum ki, 1923 yılında 1 dolar 1,67 liraydı.
Türkiye ekonomisi 1923’ten 1939’a kadar her yıl ortalama yüzde 8 büyümüş, milli gelir 20 kat artmıştı.
Milli Mücadele yıllarında bir yanda müstevlilerle diğer yanda sosyal ve ekonomik mahrumiyetlerle kıran kırana mücadele eden milliyetçi kahramanlar umutlarını hiçbir zaman kaybetmemişler, millete güven ve sadakat istikametinden hiçbir şartta ayrılmamışlardı.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünün ivme, ilham ve iradesiyle maruz kaldığımız ekonomik sorunların üstesinden kademe kademe geleceğimize;
Fiyat istikrarının tesisiyle beraber milletimizin hak ettiği refah, huzur ve ekonomik rahatlamaya kısa süre içinde ulaşılacağına canı gönülden inanıyorum.
Biz bu haklı mücadelede her türlü fedakârlığı göstermeye mecbur ve mükellefiz.
Yarın Mustafa Kemal Paşa’nın ve maiyetinin Ankara’ya gelişinin 104’üncü yıl dönümüdür.
19 Mayıs 1919’da Samsun kıyılarına ayak basan kahramanlar, muazzam bir stratejik aklın rehberliğiyle, isabetli bir tercihin marifetiyle, 7 ay 8 günlük bir mücadele birikimiyle 27 Aralık 1919’da Ankara’ya giriş yapmışlardır.
O tarihlerde Ankara’nın nüfusu yaklaşık 20 bindi.
Çoraktı, bozkırdı, sıradan bir Osmanlı kasabasıydı.
Ne otel, ne lokanta, ne kiralık ev, ne de elektrik vardı.
Mustafa Kemal Paşa Keçiören’de iki katlı taş bina olan Ziraat Mektebi’nde konaklamış ve 118 gün süreyle burada kalmıştı.
Onun Ankara’ya gelişine kadar geçen olaylar, birbirine eklemlendikçe mukavemeti artan bir zincirin halkaları gibidir.
Bu zincirin oluşmasında hiç kuşkusuz üstün liderliği, deha mertebesindeki komutanlığı, millete gönülden itimadı, yüksek sezgisi, ileri görüşlülüğü ve teşkilatçılığı mühim bir rol oynamıştı.
Nice zorlukları yenmişlerdi.
Vatanın ve milletin istiklali uğruna her çileye meydan okumuşlardı.
Elde yok avuçta yoktu.
Üstte yok başta yoktu.
Cep delik cepken delikti.
İmkânsızlığın kuşatmasını imanın ve milli iradenin kudretiyle yarmışlardı.
Erzurum’dan Sivas’a gitmek için emekli bir binbaşıdan borç almışlar, tavanını örten körüğün yırtık olduğu hurda bir otomobille yola koyulmuşlardı.
Bu yolculukta verdikleri mola esnasında yedikleri biraz peynir, biraz zeytin, kuru ekmek ve kuru soğandı.
Doymayan kursaklarıyla Türkiye’yi karalayan açgözlü sonradan görmeler,
Bölünme hayali kurup, kanlı emellerin ve teröristlerin yedek kuvveti haline gelen vatan hainleri,
Battık, bittik, iflas ettik yaygarası koparan münafık odaklar,
Bizden adam olmaz diyen batı piyonları, batılın uşakları,
Bir eli yağda bir eli balda, ama zehirli dilleri de fitnenin batağında olan, millete tepeden bakan, emekçiyi tanımayan, emeği takmayan, keyfi demokrasi ve tufeyli özgürlük sevdalısı meyhane solcuları,
Çarkı felek gibi dönen, döndükçe posaları çıkan meydan ve merdane devrimcileri,
Boğaz’ın iki yakasına konuşlanmış villalarından kerpiçli evlerden çıkan kahramanları küçük gören kokuşmuşluğun son sürümleri,
Dinimizi diyanetimizi istismar eden bir avuç insanlık müsveddesi,
Biz nereden geldiğimizi, nasıl geldiğimizi, hangi badireleri berhava ettiğimizi şükretmiş bir kalp güzelliği, müsterih olmuş bir vicdan güvenciyle hamd olsun biliyoruz.
Peki siz neyi biliyorsunuz, nereye hizmet ediyorsunuz, kim ya da kimlerin nam ve hesabına milli varlığımıza nefret saçıyorsunuz?
Yok öyle yağma, hiçbir haine, hiçbir işbirlikçiye, hiçbir kiralık akıl sahibine milli şerefimizi, milli seciyemizi, milli geleceğimizi çiğnettirmeyeceğiz.
Kararımız kesin, mücadelemiz bıçkındır.
Herkes dikkat etsin, bugünkü kurşun gibi ağır ortamda yayı gerilmiş ok gibiyiz, kınından çekilmeyi bekleyen keskin bıçak gibiyiz.
Mustafa Kemal Paşa ve dava arkadaşları Sivas-Ankara yolculuğunda pek çok müşkülata maruz kalmışlardı.
Kayseri, Mucur, Hacıbektaş, Kırşehir, Kaman derken, Ankara’ya dokuz günde ulaşmışlardı.
Bundan mülhem diyebilirim ki, aziz vatan bedava kazanılmadı, bahşiş alınmadı, ikram edilmedi, piyangodan çıkmadı, hibe ve hediye verilmedi.
Kan verdik, can verdik, bedel ödedik, aç kaldık, açıkta yattık, ama teslim olmadık, taviz vermedik, boyun eğmedik.
Bu vatan toprağın kara bağrında sıradağlar gibi duranların sayesinde vardır, ebediyen bizim kalacaktır.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
İç ve dış işgal cephesi çok iyi bilsin ki, irademiz Milli Mücadele iradesidir, heyecanımız 104 yıl önce Dikmen sırtlarında ayağa kalkan Seymenlerin heyecanıdır.
70 yayadan ve 300 atlıdan mürekkep Seymen’ler o gün bir başka heybetliydi.
Ankara o gün bir başka görkem ve haşmetle doluydu.
Yarın aynı şekilde istiklalimizin şairi Mehmet Akif Ersoy’un da 87’inci vefat yıl dönümüdür.
“Bir damar patlamasın, sel götürür memleketi,
Yoksa göstermeye Rabbim o elim akıbeti” dizelerini ferasetle seslendiren,
“Kör olsun ağlamayan, ey vatan felaketine” sözlerini müthiş bir salabetle dile getiren,
İstiklalimizin manzum seslenişine “Korkma” diye başlayan, “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” müjdesiyle milli yüreklere su serpen, hayatı boyunca felahı millet için çırpınan Merhum Akif’i,
“Ne Mutlu Türküm Diyene” haykırışını milli varlığımızın kilidi ve kifayeti haline getiren, Milli Mücadele’nin yol başçısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kurucu kahramanları, aziz şehitlerimizi, kutlu ceddimizi rahmetle, hürmetle, minnetle anıyor, muhterem hatıraları önünde tazimle eğiliyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Ne kadar geriye bakarsak o kadar uzağı görürüz.
Tarihi bir vakanın telaffuzu ile bugünün şifrelerini çözmenin elbette mümkün olacağı kanaatindeyim.
Şöyle ki; Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da bulunduğu sırada, İngiliz işgal kuvvetlerini temsilen bir Albay da oradaydı.
Bu şahıs Lord Curzon’un yeğeniydi.
Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmiş, bu ziyaretinde küstahça ifadeler kullanmıştı.
“Eğer” demişti, “Erzurum Kongresi’ni toplamaktan vazgeçmezseniz, kuvvet kullanarak dağıtılmasına mecbur kalırız” cümleleriyle tehdit savurmuştu.
Bu husumetle perçinli kaba ve yaralayıcı sözlere Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği cevap net, okkalı ve ödünsüzdü:
“Kongre toplamak için ne hükümetinizden ne de sizden müsaade istemedik ki, böyle bir müsaade bahis mevzusu olsun.”
Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa ayağa kalkmış ve İngiliz Albaya kapıyı göstererek, “Mülakatımız bitmiştir” çıkışıyla haddini bildirmişti.
İngiliz tehdidinden 24 saat sonra Trabzon’da bir cephanelik havaya uçmuş, 38 kişi hayatını kaybetmişti.
Trabzon’da hasar görmeyen bina hemen hemen kalmamıştı.
Bu sabotajı İngilizler organize etmiş, Erzurum’un cevabını Trabzon’da vermişlerdi.
Hem kongrenin toplanmasının önüne geçmeye çalışmışlar, hem de cephaneliğin Kuvayı Milliye’nin kontrolüne geçmesini engellemeyi amaçlamışlardı.
Musul sorunu tartışılırken teröristbaşı Hınıslı Said’in isyan girişimi boşuna değildi.
Terörist Rıza’nın Dersim kalkışması sömürgecilerin Türkiye ve mücavir bölgeler üzerindeki sinsi hesap ve senaryolarından kesinlikle bağımsız değildi.
Neden sonuç ilişkisine dayanan, adeta girift bir bilmeceyi andıran, her cihetten birbiriyle ilişkisi bulunan bu tarihi hadiselerin benzerlerine bugün de şahit olmuyor muyuz?
Türkiye’nin artan cazibesine, güçlenen imajına, günden güne büyüyen itibarına, kabuğunu günbegün çatlatmasına, istikrarlı yönetim hayatına gölge düşürmek için en başta terör kartını tedavüle sokmuyorlar mı?
Gazze’de süren soykırıma haklı itirazımız, uluslararası meselelere karşı onurlu itilamız, ABD’den AB’ye kadar milli tezlerimizi başkent Ankara vizyonuna, Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerine muvafık şekilde ileri sürmemiz küresel hasım çevrelerini ürkütmüyor mu?
Rahatsızlık uyandırmıyor mu? Aleyhimize cephe almalarına sebep olmuyor mu?
Bu nedenle iç ve dış husumet cephesi kolektif bir eylem planı tertibiyle eli ve vicdanı kana bulanmış kiralık tetikçilerini üzerimize salmaktadır.
22 Aralık ve 23 Aralık’ta 12 kahraman evladımızın şehit olması; İsrail’den ABD’ye, bazı Ortadoğu ülkelerinden Avrupa ülkelerine kadar müştereken kurulan saldırı ve suikast düzeneğinin harekete geçirilmesinin kahredici sonucudur.
Mülevves niyet ve hedeflerin farkındayız.
Tetiği çeken PKK’lı teröristtir; ancak silahı temin eden, mermiyi veren, hedefi gösteren, eylem zamanını belirleyen, taktik ve stratejik hedefleri tayin eden güçler de terörü ve terörizmi himaye eden alçaklardır.
Türkiye’nin hızını yavaşlatmak, yeni yüzyıl heyecanını azaltmak, milli birlik ve kardeşliğimizi yaralamak için menfur bir operasyon devrededir.
Bu operasyonda CHP’nin DEM’lenmesi amaçlanmıştır.
Bu operasyonda sözde aydınlar, satılmış gazeteciler, kimliksiz ve vatansız sivil toplum kuruluşları eşgüdüm halinde atın arabaya koşulduğu gibi koşulmuşlardır.
Ne zaman Türkiye başını kaldırsa, bir adım öne çıksa, adından bahsettirse, sözü geçen bir ülke olsa çok geçmeden farklı kaynaklardan doğsa da aynı gayeye hizmet eden musibetlerle karşılaşıyoruz.
Ne zaman küresel zeminde hakkın ve haklının yanında durup zalime ve zulme hayır desek yumuşak karnımızdan darbe alıyoruz.
Ne zaman yürümeyi bırakıp koşalım diyoruz, gelin görün ki, karanlık oyunlarla, alçak operasyonlarla, hain organizasyonlarla engellenmek, durdurulmak, oyalanmak, daha korkuncu boğulmak isteniyoruz.
Son günlerdeki tartışmalara baktığımızda, aslında hepsinin devletimizin hükümranlık haklarını tahrip, milletimizin de sinir uçlarını tahriş eden provokasyonlar olduğunu görmek mümkündür.
Her yerden üstümüze geliyorlar.
Her iğrenç yolu deniyorlar.
Gözümüzün içine baka baka ihanetin fermanını okuyorlar.
Göstere göstere terörizme güzelleme yapıyorlar.
Dişimizi sıkıyoruz, ya sabır diyoruz, herhangi bir çılgınlığa, herhangi bir taşkın müdahaleye tevessül etmeyelim istiyoruz.
Ne var ki estirilen tahrik kampanyası sağduyulu ve soğukkanlı duruşumuzu gittikçe sarsıyor.
Hınıslı Said isimli bir haine yapılan övgülerden tutun da bütçe görüşmeleri sürecinde Gazi Meclis’in manevi ruhunu ve tarihi dokusunu hırpalayan, milletimizin haysiyet ve onurunu zedeleyen bölücü mesajlara, terör diline kadar duyulmadık, görülmedik, yaşanmadık hiçbir şey kalmamıştır.
Öncelikle ve özellikle şunu ifade etmeliyim ki,
Türkiye Büyük Millet Meclisi teröristlerin, bölücülerin aklanma, paklanma, barınma, sığınma ve meydan okuma mekânı değildir, aksine hizmet eden kim varsa hasmımızdır, vatan hainidir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin açık tavrı ve çağrısı şudur:
Mehmetlerimize kurşun sıkan, yavrularımızı yetim bırakan, kanımızı döküp canımızı alan teröristlere hangi milletvekili hoşgörüyle ve muhabbetle yaklaşıyorsa suçludur, tarih ve millet önünde hesap vermekten kurtulamayacaktır.
Biz Türkiye Büyük Millet Meclis’inde terörist istemiyoruz, düşman istemiyoruz, katil istemiyoruz, canilerin sırtını sıvazlayan namertleri asla istemiyoruz.
PKK lehine gözetleme kulesi işlevi gören,
Türk bayrağını hazmedemeyen,
İstiklal Marşımızı söylemeyen,
Milli ve manevi ortak değerlerimizi kabullenmeyen,
Millet mevhumunu benimsemeyen,
Sözde Kürdistan havariliğinden vazgeçmeyen,
Türkçe’ye rakip dil çıkarmak için her fırsatı ganimet bilen,
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne düşman kesilen sözde parti veya partilerin Cumhuriyet’i kuran TBMM’de bulunması, hazine yardımı ve maaş almaları rezalettir, melanettir, cinayettir, zillettir, milletimize karşı en aşağılayıcı muamelemedir.
Böylesi bir haksızlık ve hukuksuzluk dünyanın hangi ülkesinde görülmektedir?
Gelişmeler karşısında ilk önerim, 57 DEM milletvekilinin maaşının ve bu terör yuvasına ödenecek Hazine yardımının derhal kesilerek terörle mücadeleye ve şehit ailelerine aktarılmasıdır.
İkinci önerim, teröre yardım ve yataklık yapan, somut delillerle suçu sabit görülen sözde milletvekillerinin görüşülmeyi bekleyen dokunulmazlık dosyalarının karara bağlanarak bu haşaratların acilen mahkemeye çıkarılmasıdır.
Üçüncü önerim, yeni anayasa sürecinde, Anayasa Mahkemesi statüsünün, üye yapısının, yargılama usullerinin radikal şekilde ele alınarak yeniden yapılandırılması ya da bu mahkemenin kapatılmasıdır.
Dördüncü önerim de, TBMM Genel Kurulu’nda anlam ve ahlaki bağlayıcılığını temelden kaybeden kürsü dokunulmazlığı sınırlarının yeni baştan çizilmesidir.
Merak ediyorum ki, Anayasa Mahkemesi’nin malum başkanı ve mahut üyeleri yüreklerimizi kavuran şehit haberleri karşısında acaba ne hissetmişlerdir?
Nasır tutmuş vicdanları biraz olsun sızlamış mıdır?
Anayasa Mahkemesi’nin önünde görüşülmeyi bekleyen 129 bin 140 bireysel başvuru dosyası varken, hatta bazılarına yıllardır sıra gelmemişken, mahkûm Can Atalay dosyasını acilen inceleyip hak ihlali kararı verilmesinin izahını kara cübbeli işbirlikçiler nasıl yapacaktır?
Aynı özen, aynı hassasiyet, aynı dikkat neden ve niçin HDP’nin ve devamı partilerin kapatılma davasının ikmalinde gösterilmemektedir?
Bu anormal çelişkiyi, adeta çuvala sığmayan bu mızrağı nasıl yorumlayalım? Neye yoralım?
Anayasa Mahkemesi’nin başkan ve üyeleri, kulak veriniz bana, şehitlerimiz omuzlarda vatan topraklarına emanet edildi, onların kanlıları ve destekçileri de aramızda dolaşıyor, hala adaletin ve hukukun onurunu sahiplenmeyecek misiniz?
Uzaktan kumandalı yargı da, yargıç da olmaz diyen Bay Zühtü, senin kumandan, senin ipin kimin elindedir?
Hakkımızı savunmazsak şerefimizden mahrum olacağımızı size hiç kimse öğretmedi mi?
Irak’ın kuzeyinin sıfır noktasında tesis edilen; karın, buzun, donun tam ortasında çadırdan ve teneke barakalardan kurulan geçici üslerde görev alan kahramanlarımıza saldırılıyor, vatanımız kundaklanıyor, ülkemiz dinamitleniyor.
Analarının bakmaya kıyamadığı, geceleri üşümesin diye üzerlerini örttüğü gencecik fidanlarımız şehit ediliyor, düşman ülkeler itleri yallamış üzerimize kışkırtıyor, ey mahkeme üyeleri siz daha ne yapıyorsunuz?
Daha neyle avunuyorsunuz?
Şayet buna adalet diyorsanız, batsın sizin adaletiniz.
Şayet buna hukuk diyorsanız, olmaz olsun böyle hukukunuz.
DEM’in hukuken defni yapılmadıktan sonra Türkiye’ye huzur gelmeyecektir.
DEM’in soysuz bir eşbaşkanı demiş ki:
“Kürt sorunu ve Öcalan’a yönelik tecrit devam ettikçe Tekirdağ’lı da, Trabzonlu’da huzur bulamayacak.”
DEM’in onursuz ve şerefsiz bir milletvekili de, onurlu çözümün bebek katiliyle diyaloğun başlatılması ve tecridin kaldırılması olarak açıklamış.
Bize göre çözüm bellidir ve bilinmektedir.
O da terörü ve teröristleri topluca imha etmek, bölücü destekçilerinin acımasızca kökünü kazımaktır.
Adalet bu sayede yerini bulacaktır.
HDP’nin devamı, PKK’nın gece görüş dürbünü olan DEM’in TBMM’de daha fazla yer alması toplumsal ve siyasi tansiyonu kontrol edilemez aşamalara taşıyabilecektir.
Ne sahada, ne ovada, ne şehirde, ne belediyede, ne dağda, ne mağarada, ne de Türkiye Büyük Millet Meclis’inde terörist görmeye dayanma gücümüz artık kalmamıştır.
Ya bu hesabı sorup burunlarından fitil fitil getireceğiz, ya da ihanetin şımarmasına, gittikçe meydan okumasına sessiz kalıp yıkımın altında kalacağız.
Ya adalet diyeceğiz, ya da dış destekli, istihbarat örgütlerinin arka bahçesi olan bölücü terör örgütünün kanlı akıntısında kaybolup gideceğiz.
Ya devlet başa, ya da kuzgun leşe diyerek duruş göstereceğiz.
Muhterem Arkadaşlarım,
22 ve 23 Aralık terör saldırılarında 12 kahramanımız şehit düştü, çok sayıda kahramanımız da yaralandı.
Huzurlarınızda, minnettarlığımızı ifadede kelime bulamadığım aziz şehitlerimizi Cenab-ı Allah vasi rahmetiyle kuşatsın diyorum.
Her birisini merhamet ve cemaliyle mükâfatlandırsın inşallah.
Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Hepimizin başı sağ olsun. Vatan sağ olsun. Millet var olsun. Devlet sonsuza kadar yaşasın dursun.
Tokat’ın Almus ilçesinde kerpiçli bir evde doğan, Irak’ın kuzeyinde şehit düşen kahraman evladımız Yasin karaca hayattayken komutanına soruyor: “komutanım, yolumuz ne yolu?
Komutanı cevap veriyor: “Şehitlik yolu.”
Kahraman evladımız Yasin hüküm cümlesini yapıştırıyor: “Kızılelmaya kadar devam.”
Sosyal medya paylaşımında “Her şey vatan için, can için, canan için, göz kırpmaz can veririz bir avuç toprak için” diyen bu iradeyi yıkacak, bu imanı teslim alacak dünya çapında bir kuvvet yoktur, olamaz, olamayacaktır.
Biliyorum, milletçe infial halindeyiz.
Ateş düştüğü yeri değil herkesi yakmıştır.
Yine de sakin, sabırlı, soğukkanlı olmak durumundayız.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bölücü terör örgütüyle ve arkasındaki sırtlan tabiatlı ülkelerle mücadele edecek güce, dirayete ve kabiliyete ziyadesiyle sahiptir.
Hiç kimse merak buyurmasın, devlet-millet dayanışmasıyla bu belanın, bu cefanın, bu felaketin, bu şerefsizliğin üstesinden gelinecektir.
Devlet muktedir, millet mukavemetle muazzezdir.
Ancak terörle mücadeleye taktik değil stratejik bakmak, kaynağını kurutmak kadar iç destek lobisinin de üstüne gitmek milli varlığımız ve milli güvenliğimiz adına tarihi bir vecibedir.
Terörle huzur, terörle gelecek, terörle sükûnet, terörle emniyet arasında üçüncü bir seçenek yoktur.
Bütün siyasi partiler mutlak surette durum muhasebesi yapmak, nerede durduklarını, milli meselelere nasıl baktıklarını gözden geçirmek zorundadır.
TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin milletimizin hissiyatlarını ortaklaşa seslendirmeleri, dünyaya birlik ve beraberlik mesajı vermeleri, bundan mülhem hazırlanan metinlere önşartsız imza atmaları milli, manevi, ahlaki ve demokratik bir teamüldür.
Geçmişte pek çok örneği de görülmüş ve yaşanmıştır.
Gazi Meclis’te yer alan hiçbir parti, Türkiye’nin ve Türk milletinin karşı karşıya olduğu bir tehdit veya tehlikeye sessiz ve tepkisiz kalamaz.
Kalırsa muarız cepheye fiilen katılmış olacaktır.
Aynı zamanda işlenmiş suç ve cinayetlere göz yummuş, onay vermiş sayılacaktır.
Hiçbir parti grubunun devasa bir terör sorunu karşısında “ama, ancak, bir bakalım, bir araştıralım, bilgi alalım” bahanelerine sığınma hakkı da yoktur.
DEM ve CHP’nin haricinde TBMM’de Grubu bulunan 4 siyasi parti hazırlanmış ortak açıklama metnine imza koyarak milletimizin ve devletimizin iradesine ses olmuşlar, terör saldırılarını şiddetle kınamışlardır.
Sormak lazımdır ki CHP, bu metnin neresini beğenmedi?
Niçin telaşa kapıldı, DEM’in siyasi kolonu olmayı nasıl hazmetti?
CHP, DEM’in peşinde yuvarlana yuvarlana köşesini, siyasi kişiliğini, milli mensubiyetini, ahlaki ve tarihi mirasını kaybetmiştir. Bu kesindir.
CHP yönetimi Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına geçmiştir. Hepsine birde yazıklar olsun diyorum.
Özgür Özel zıvanadan çıkmış, zırvaya gömülmüş, zirzop siyasetiyle bindiği dalı kesmeye başlamıştır.
Terörist Demirtaş’ı selamlayıp bölücülerin elini eteğini öpen bu gafilin sonunda kafese alınıp bölücülük narkozuyla uyuşturulduğu ortadadır.
Gemlenmiş ve DEM’lenmiş CHP yönetimi yüz karasına, utanç kaynağına dönüşmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ortak açıklamasına imza atmayarak PKK’nın safına geçen, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan, gazilerimizi sukutu hayale uğratan bugünkü CHP, DEM kadar milli güvenlik tehdididir.
Görevdeki CHP yönetimi bizim nazarımızda yok hükmündedir.
Terör saldırılarından hemen sonra Milli Savunma Bakanımız Sayın Yaşar Güler’den parti gruplarını ve Meclis’i bilgilendirmesini isteyen özelleşmiş esir zihniyet sorumsuzdur, şuursuzdur, savruktur ve çamurdur.
Memleketi Manisa’da protesto edilen bu şahıs, eğer aklını başına almazsa sokakta bile yürümeyecektir.
Eleştiriler karşısında köşeye sıkışan CHP’nin, Meclis Grup Başkanlığı kanalıyla bölücü terör örgütünün ismini anmadan yaptığı açıklama ise tam bir kepazelik beyanıdır.
“Terörün hedeflerine asla müsaade etmeyeceğiz” diyen bu teslimiyetçi ve mandacı siyaset modelinin, bir bakıma bölücü teröre ilik nakli, kalp masajı yapan acil servis birimine dönüştüğü de ortadadır.
CHP, işgal edilmiş, Türkiye düşmanlarının eline geçmiştir.
Bu acıklı tablo ülkemiz ve demokrasimiz adına çok ciddi bir risktir.
CHP Genel Başkanı’nın Tuzla Piyade Okulu’nda yaşananlardan sonra başarılı, dirayetli ve cesur yürekli Milli Savunma Bakanımıza saldırması alçaklıktır, korkaklıktır, hunhar terör örgütüne vekâlet etmektir.
Görevini onurla yapan Milli Savunma Bakanımıza, “Ya aklını başına alacak ya da biz onun aklını başına getireceğiz” diyerek üst perdeden ve tehditvari şekilde konuşan özelleşmiş esir zihniyet, bugüne kadar kaç kişinin aklını başına getirmiş de, böylesi bir özgüvenle atıp tutmaktadır.
Emperyalizmin özelleştirdiği bu şahısta akıl olsa zaten böyle konuşmaz, konuşamazdı.
Terörle mücadele eden bakanlarımızdan komutanlarımıza, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Polis Teşkilatımızın her kademesinde görev yapan kahramanlarımıza dil uzatanların dilinin,
El uzatanların elinin,
Göz koyanların gözünün,
Parmak sallayanlarını da parmağının hesabını sorar, bedelini misliyle ödetiriz.
Daha önce söylemiştim, yine söylüyorum, bunların alayının aklını alırım.
Milli Savunma Bakanımızın, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta heyetinin, kahraman asker ve polislerimizin sonuna kadar arkasındayız.
Tuzla Piyade Okulu’nda 10 Kasım günü yakasına Atatürk fotoğrafı takmayan şahısla ilgili gereği yapılmış, gösterilen tepkiler de bizim nezdimizde haklı bulunmuştur.
Milli Savunma Bakanımız konunun takip edildiğini ve gereğinin yapılacağını açıklamıştır.
Terör örgütüne gıkını çıkarmayan Özgür Özel’in asker düşmanlığı, düşmanlara askerlik özentisinden başka bir şey değildir.
Üç kuruşluk aklıyla beş kuruşluk konuşmalar yapan Özel’in gittiği yol yol değildir, siyaseti siyaset değildir, CHP’yi hızara verdiği açıktır, yediği herzelerin boğazına duracağı günler ise çok yakındır.
Değerli Arkadaşlarım,
31 Mart 2024 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimlerinde AK Parti ile 30 büyükşehir ve 29 ilde işbirliği yapma kararı aldığımızı, 22 ilde de demokratik yarış halinde olacağımızı buradan bir kez daha açıklıyorum.
Önümüzdeki seçimler terörün yedeğinde olanlarla Türkiye’nin yanında duranlar arasında geçecektir.
Cumhur İttifakı başaracak, işbirlikçi ve ilkesiz siyaseti yerel yönetimlerden söküp atacaktır.
İnanıyorum ki, 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın gösterdiği muvaffakiyetin aynısı 31 Mart 2024’te de sahnelenecektir.
Gayret bizden tevfik Allah’tandır.
Sefer bizden takdir ve teveccüh aziz milletimizdendir.
2024’ün kazananı gene Türkiye ve Türk milleti olacaktır.
Büyük Türk milletinin, Türk-İslam aleminin; kökeni, yöresi ve anasının dili ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın, tüm insanlığın yeni yılını şimdiden kutluyor; barış, huzur, esenlik ve selamet dileklerimi ifade ediyorum.
2024 yılı Türk ve Türkiye Yüzyılının giriş kapısı, Lider Ülke Türkiye’nin ilk adımıdır.
Sözlerime son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, yeni yılınızı tebrik ediyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.